Telefon
WhatsApp
FAYDALANMAK GEREKİYOR

*- BÜYÜK ÇOK BÜYÜK

 

TRT-2, Sky TV ve ARTI 1 TV’de sanat ve sinema programları hazırladı ve sundu.

Video Sinema dergisinin yayın yönetmenliğini üstlendi.

Çok sayıda gazete ve dergide köşe yazıları ve eleştirileri yayınlandı. Halen Birgün gazetesinde köşe yazarı.

Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Onur üyesi olan Sayar, Özerk Sanat Konseyi Dönem Başkanı, CHP Kültür ve Sanat Platformu üyesi,

Bizim Avrupa Derneği, PEN ve TYS Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı.

Cannes Festivali Altın Kamera dahil pek çok festivalde jüri üyeliği yapan Sayar, halen Kültürlerarası Sanat Derneği Başkanı,

İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali, Edebiyat-Sinema Buluşması ve İzmir Uluslararası Mizah Festivali’nin direktörlüğünü yapıyor.

 

*- TUZU KURULAR     

 

Okullar açıldı.

Güneş Yeşil’in kısa mesajı beni çok düşündürdü.

Söylediği şu:

‘Hasan’ın kalemi üç gün dayanıyor!’

‘Ne var bunda?’ diye kendi kendime sordum, devamını okuyuncaya kadar kısa zamanda…

‘Çünkü bu kalemi diğer kardeşleriyle ortak kullanıyormuş!’

İşte burada, ‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!’ durumu var.

Geçenlerde yazmıştım;

‘Ankara’daki bir üniversite öğrencisi kızımıza yardım edecek var mı?’ diye…

Umudum yoktu…

Ama yine de ‘Belki!’ diyordum, biri iki kişi çıkar diye düşünüyordum.

Yok işte, yok!

Memleketin hali ortada…

İnsanların hali de,

Tabii ki varlıklıların da…

İşi gücü havada para kazanmak olan birine konuyu açtım.

Ama önce, Urla ile Çeşme arasındaki Nohutalan köyünden elektrikçi Faysal Usta ile ‘Yavuz’ adını verdiğimiz adam hakkında müçük bir not düşeyim;

Kendi ifadesine göre, üç tane teknesi var…

Hani bizim bildiğimiz, ‘kayık’ ya da ‘Sandal’ dediğimiz cinsten değil…

Armatörlerin ya da sonradan zengin olanların cinsinden dev de değil…

Ama ‘En iyi tekne, arkadaşınki!’ diyenlerin anlattığı cinsinden…

Beş- altı gün kirala, 500 bin lira öde, cinsinden sanıyorum…

İşte bu adama, ya da adamcağıza konuyu açtık, bir ihtiyaç sahibi öğrenciye yapılacak yardımın öneminden laf ettik.

Düşündüğümüz, düşündüğünüz gibi oldu;

‘Bu yaşta üç beş kuruş kazanmak için çalışıyoruz, emekli adam çalışır mı? Ekmek parası işte!’

Ne iş mi yapıyor?

Göç idaresinin karşısındaki üç mekandan birinin sahibi…

Bir evrak doldurup, yasal olarak ne yapılması gerektiğini yabancı uyruklular ile onları çalıştıracak olanlara anlatıyor.

Dilekçe parası, 750 ile bin lira arasında değişiyor.

İstenenleri anlatıp, bunları getirenlere açtığı dosya karşısında 15 bin lira ‘Hizmet’ ya da ‘danışma’ parası alıyor.

Öyle ki, ‘Para peşin!’

Kardeşim, karşıda git, devletin memuruna sor, paranı kaptırma…

Ya da duvardaki yazıyı oku..

Bunları da yapamıyorsun, memurdan, görevlilerden rica et, sana yazılı olarak versinler, istenenleri yazsınlar…

Sen de git bu istenenleri yerine getir, en az 15- 20 bin lira cebine kalsın…

Anladığım kadarıyla, ‘yabancılarla Türklerin sahte evliliklerini de’ ayarlıyorlar.

Tabii parasıyla…

Neymiş efendim, çalışmak zorundaymış…

Fakir fukaraları, çocuğunun okul masrafını, kendisinin geçimini sağlayamayanlara ‘Hakaret’ gibi geliyor bu sözler, ‘Ekmek parası için, geçinebilmek için bu yaşta çalışmak zorunda kalıyorum!’ diyen tuzu kurular için…

 

*- TAMAM TAMAN ANLADIK

 

Geçenlerde ‘Mesleği bıraktım!’ diyen ‘Aykırı’ Avukat Senih Özay’a seslenenler, ‘Sakın ha!’ diyorlardı özellikle…

Şimdi onları göreceğim, ‘Gitme!’ diyenler, acaba Senih Özay’ın arkasından gidecekler mi, yoksa ‘Bahane’ olarak bir işlerini mi gösterecekler.

Bunları yazmamın nedenini yine Av. Senih Özay’ın ağzından vereyim:

Dediği şu;

‘Geciken Yargı, Bekleyen Adalet’ İçin Ses Çıkar!...

Yeni bir adli yıl başlamış ise de adalet arayışına ilişkin sorunlar değişmiyor, katlanarak büyüyor.

İstinaftan dönmeyen dosyalar,  yüksek harçlar ve yargılama giderleri. Adalete ulaşmak her geçen gün daha da zorlaştı.

Hukukun üstünlüğünü sağlamayı görev edinmiş biz avukatlar, ‘bu düzene dur demek için’ (….) saat 13.00'de Bölge Adliye Mahkemelerindeyiz!”

Anlamışsınızdır tarihi ve yeri, yani davet gününü yazmadım.

Bizi değil, meslektaşlarını, ‘Emekli olma, gitme!’ diyenlere sesleniyor…

Bizi ilgilendiren mahkeme masrafları…

‘Aykırı hukukçu’ Senih Özay usta demiyor ama ben hep gündeme getiriyorum, ‘Müvekkilinin malına, mülküne adeta ortak olan, büyük danışma ve takip ücretleri çıkaranlara’ bir iki söz yok mu?

Davalarda yüzde almak ne demek?

Hem avukatlık ücreti al, hem de yüzde 15- 25 arasında temiz para…

Ne güzel iş!

‘Beş dakikada Beşiktaş!’, ya da ‘Git- gel Konya altı saat!’ gibi bir iş…

Sayısız katı, yatı, malı mülkü olmayan kaç avukat var?

Şunu da ilave edeyim:

Millet ne çekiyorsa, hukukçu siyasilerden.

Neden mi?

 

*- İNCE HESAP

 

Çünkü kanun yapıcılar hep bunlar.

Bir nokta, bir virgül neleri değiştirir.

Örnekleri de tarihte ve hikâyelerde hep var.

Umarım yeni adli yılda, zaman zaman olduğu gibi, bunlar da ele alınır…

Madem burada bugün hukuktan falan söz ettik, o zaman son sözü de Karşıyaka’dan Sönmez Şimşek’ten alalım.

Yolum Karşıyaka’ya düşmediği için bürosuna çay içmeye uğrayamadım. Bir sözüm de ‘Pide yiyeceğimiz’ Şair- Doç. Dr. Suavi Tuncay’a var.

Olmayınca olmuyor işte…

Sönmez Şimşek şöyle diyor:

‘Telefonda kendisine karşı işlenen hakaret ve tehdit olaylarının, kişi tarafından ses kaydına alınması, suç olmamakla birlikte hukuka uygundur.’

 

*- ‘SÜPER VALİ’ İDİ…

 

Tokat valisi iken adından çok söz ettiren ve tebdili kıyafetle köylülerin traktörlerine binip Niksar dört yol mevkiinde köylüden haraç isteyen polisleri görevden alan, yol kenarındaki büfelerde sürücülere ve yaşı küçüklere içki satımını ve kahvelerde kumardan sayılan oyunları yasaklayan bir vali iken Recep Yazıcıoğlu; Aydın Valiliği'ne atanan ve henüz üç dört günlük vali iken Nazilli SSK Hastanesi ile ilgili bir şikâyet kulağına çalınır...

Hiç vakit kaybetmeden hastaneye gider.

Tebdil-i kıyafet ile Acil bölümünden hastaneye girer. ‘Oradaki görevli bir hemşireye der ki "Başhekimin odası nerede?’

Hemşire şöyle bir bakar Yazıcıoğlu'na.

Tanıyamaz tabi.

Küçümseyici bir ses tonuyla, ‘Üst kata çık, koridorun sonundan sağa dön, sondaki oda’ der.

Yazıcıoğlu üst kata çıkar. Başhekimin odasını bulur.

Kapısı açıktır ama başhekim odasında yoktur.

İçeri girer.

Tam o sırada başhekim gelir, ‘Buyrun ne istiyorsunuz?’ diye sorar. Yazıcıoğlu, rahatsız olduğunu, tedavi olmak istediğini ama parası olmadığını söyler.

Başhekim kendisine, 'Burası hayır kurumu değil, paran yoksa tedavi olamazsın!’ der.

Yazıcıoğlu, ‘Devletin görevi vatandaşına bakmak değil mi doktor bey?’ der.

Başhekim sinirlenir ve Yazıcıoğlu'nu odasından kovar.

Sessizce aşağı iner, hastanenin iki sokak arkasında bekleyen makam aracına biner, arabada onu bekleyen yardımcısına, ‘Gerekli yazışmalar hemen bugün yapılsın yarın görevden alınma yazısını kendisine bizzat ben vereceğim’ der...

 

*- VAKİT KAYBETMEDEN

 

Ertesi gün bu sefer resmi giyimli, kıravatlı, takım elbiseli olarak gider hastaneye...

Elinde rulo halinde bir kağıt...

Bu sefer makam aracı hastane girişine kadar gelir...

Herkes şaşkındır...

Dün gördükleri yamalı pantolonlu, kasketli, yırtık gömlekli adam meğerse yeni atanan Aydın valisiymiş...

‘Vay be!’ der görevliler...

Hiç vakit kaybetmeden başhekimin odasına çıkar...

İçeri girer...

Başhekim dona kalır...

‘Siz? Ama siz?’ der...

‘Bugün itibariyle başhekimlik ünvanlından azledilmiş bulunmaktasınız’ der, elindeki görev azli belgesini uzatır ve ayrılır hastaneden...”

Senin gibiler bu memlekete üç beş gömlek fazla geldi sayın valim...

Mekanın cennet olsun...

Efsane Devlet Adamı Değerli Valimiz Recep Yazıcıoğlu'nu Rahmet ve Minnetle Anıyoruz..

 

*- ÇİNE- AYDIN ARASINDA

 

Benim de bir anım var bu süper vali Recep Yazıcıoğlu ile…

Bir Pazar günü, Muğla’dan Muğlaspor’un liğ maçını takipten çalıştığım gazeteye çektiğim fotoğrafların filmini ve notlarımı yetiştirmeye çalışıyordum.

Çine’yi geçtikten sonra, o yıllarda yeni yapılan yolda, bir traktörü solladık.

Tepede bekleyen Bölge Trafik aracını da görüyorduk.

‘Dur!’ işareti yaptılar, ‘Hatalı sollama!’ diyerek ceza yazmak istediler ve yazdılar.

Hatamız yoktu…

Yani bir tuzak vardı.

Anlattık, anlamak istemediler.

Ben de sinirlendim, tatil günü olmasına rağmen, gazetenin şoförüne ‘Önce Vali Konağına gidip, durumu Vali Beye anlatacağız, yol kesenleri bildireceğiz!’ dedim.

Aslında durum Niksar’daki gibiydi…

Vali Bey, ev kıyafeti, yani eşofmanlarla kapıya geldi ve bizi konakta misafir etmek istedi.

Durumumuzu ve durumu anlattık.

‘Devlet yol kesemez!’ dedi.

Hemen telsizle İl Emniyet Müdürü ve Trafik müdürlerine içtimaya çağırdı.

Sonraki gün bizi gazeteden arayarak, ‘Haklıymışsınız!’ diyerek gerekenleri, yanı yapılanları anlattı.

Bir gün bu kısmı da anlatırım.

‘Deli Dumrul hikayesinde olduğu gibi…’

Bir gün de Emniyet Genel Müdürlüğüne Aydın’dan giden Şefket Ayaz ile ilgili bir anımı, yine meslektaşlarına ve polis teşkilatına örnek olması için anlatırım.

 

*- ‘PARANIZ DÜŞTÜ BEYEFENDİ...’

 

Sinema tarihinin en ünlü komedyeni Charlie Chaplin anlatıyor:

"Küçük bir çocukken babamla bir sirk şovunu izlemeye gittik.

Bilet sırasında uzun bir kuyruk vardı ve önümüzde anne-baba ve 6 çocuktan oluşan bir aile vardı.

Fakirlik hallerinden belliydi, elbiseleri eski ama temizdi.

Çocuklar sirkten bahsederken çok mutlu görünüyordu.

Onların sırası gelince, babaları gişeye geçti ve bilet fiyatını sordu.

Gişe çalışanı ona bilet fiyatını söyleyince adam kekelemeye başladı ve dönüp karısının kulağına bir şeyler fısıldadı.

Mahcubiyet yüzünden kolayca okunuyordu.

Birden babam cebinden 20 Dolar çıkardı ve yere attı.

Sonra da eğilip yerden aldı ve adamın omzuna dokunarak şöyle dedi; ‘Paranız düştü beyefendi…”

Adam babama baktı ve gözleri dolarak;

‘Teşekkür ederim efendim.’ dedi.

 

*- DAHA GÜZELDİ

 

Onlar içeri girdikten sonra babam beni elimden çekti ve kuyruktan çıktı. Çünkü babamın adama verdiği 20 Dolardan başka parası yoktu.

O günden beri babamla gurur duyuyorum ve o 2 dakika benim hayatımda izlediğim en güzel şovdu.

O gün izleyemediğim sirk şovundan eminim daha güzeldi.

 

 

*- ZIT DÜŞÜNCELİ İKİ ÜNLÜ

 

Necip Fazıl'ın Toptaşı cezaevinden Fikret Adil'e mektubu.

‘Fikret,

Hak dilerse kurtulmasına bir ay kalmış olan ve çenesini bıçaklar açmayan eski aşina'ma, bundan bir müddet evvelki lütfunu tekrarlamak ister misin?..

Hemen ödemeye şitap edeceğim...

Hak, encamımızı hayr eylesin...’

Fikret Adil aynı Nazım Hikmet gibi Necip Fazıl ile zıt düşüncede olan bir fikir adamıydı.

Buna rağmen dostlukları ömür boyu devam etti.

1930'lu yıllarda Beyoğlu'nda aynı apartman dairesinde birlikte kalmış bohem bir hayat sürmüş Kokain partilerine katılmışlardı.

 

*- ANLADIĞIMIZ

 

"Eski aşina'ma" ifadesinden Necip Fazıl'ın büyük ihtimal eşi Neslihan hanım için maddi yardım istediğini anlıyoruz.

‘Daha önceki lütfunu tekrarlamak ister misin?’ cümlesi bu yardımın ilk olmadığını gösteriyor.

Bu olay dostluğun ne kadar önemli bir kavram olduğunu ortaya koymuş farklı düşünce dünyalarının adamları olmalarına rağmen Fikret Adil Necip Fazıl'ı zor gününde yalnız bırakmayıp himaye ediyor.

Aralarında öyle sağlam bir dostluk vardı ki ‘Asmalımescit74’ adlı anılarını aktardığı eserinde Onun kumar bağımlılığını bile savunmuştu.

 

*- DOSTLUK SONUCU

 

‘Necip Fazıl kumar oynar.

Kazanmak için değil.

Kumarhaneye gider ve her zaman kaybeder.

Oraya, bu hislerin meful (işlenmiş) olanlarını duyabilmek için gider.

O, bunu bilir fakat mazlumun alime, aldananın aldatana tefevvukunu (üstünlüğünü) da bilir.

Oraya  bu hislerin meful olanlarını (etkilerini) duyabilmek için gider. Burada onun için asıl olan heyecan, iptilanın (bağımlılık) azabı, bütün kaidelerin (kuralların) üzerinden bir dev adımıyla aşmak, bunu alenen yapmak dürüstlüğünün verdiği hız ve hazdır.

Hangimiz bir iptilanın (Bağımlılığın) esiri değiliz?"

Şitap etmek= Çabuk davranmak acele etmek

Aşina= Tanıdık bildik…

 

*- ‘ABBAS’ ŞİİRİNİN HİKÂYESİ

 

Yıl 1941 Cahit Sıtkı Edremit-Ilıca, Sahil Muhafaza taburunda yedek subay olarak vatani görevini yapmaya başlar.

1941 yıllarında askeriye’de yedek subay az olduğu için yedek subayların yanına bir de emir eri verilmektedir.

Cahit Sıtkı birliğine gittiğinde bölük yazıcısından künye defterini istedi, künye defterinden kendine emir eri arayan Cahit Sıtkı isimlere sırayla bakarken bir isim dikkatini çekti.

‘Abbas oğlu Abbas!’, bu isim şairimizi çocukluk yıllarına götürür ve büyük annesinden dinlediği bir masalı anımsatır.

 

*-  ABBAS ETKİLER

           

Cahit Sıtkı, odasına nöbetçi çavuşu çağırttırıp, Abbas’ı yemekten sonra yanına getirmesini ister.

Öğle vakitlerinde kapısı çalar, Abbas içeri girip er selamını verir.

-Abbas oğlu Abbas emret komutan!

-Nerelisin Abbas?

-Memleket Mardin, kaza Midyat komutan.

-Emir erim olur musun?

-Sen bilir komutan!

Şairimiz, Abbas’a eşyalarını toparlamasını ve kendi evinin altındaki boş odaya yerleşmesini ister.

Şairimiz zamanla Abbas’ın sıcaklığından ve zeki olmasından etkilenir. Abbas, Cahit Sıtkı’nın tüm ihtiyaçlarını ondan istek gelmeden karşılar; yemeğini, elbiselerini, günlük yapılacak askeri işlerini yapar.

Zaman ilerledikçe şairimiz ile Abbas’ın aralarındaki bağ asker – komutan ilişkisinden öteye daha güçlü bir dostluk bağı olur.

Cahit Sıtkı, Abbas’ın sadakat ve temiz yürekliliğinden çok etkilenir.

 

*- ABBAS’LA  DUYGU BAĞI

 

Cahit Sıtkı zamanla Abbas’ı alıp dertleşmeye başlar.

Akşamları rakı sofrası kurup en güzel mezeleri hazırlayan Abbas'ın komutanı ile aralarındaki duygu bağı iyice güçlenmiştir artık.

Yıldızlı bir yaz gecesinde, yine rakı sofrası kurulmuş mezeler masadaki yerini almıştır, çakırkeyif olan şairimizin aklına önce İstanbul sonra da Beşiktaşlı sevgilisi düşer.

Cahit Sıtkı, Abbas’a sorar:

-Sen İstanbul’u bilir misin Abbas?

-Bilir komutan.

-Orada bir Beşiktaş var bilir misin?

-Bilir Komutan! Ben orada acemi birlikteydim.

-Orada benim bir sevgilim var. Sen onu bana kaçırıp getirir misin?

-Elbet Komutan.

O çakırkeyif akşamın sabahında Abbas’ı yeni askeri kıyafetleri giymiş, tıraş olmuş hazırlanmış bir şekilde görür şairimiz. Cahit Sıtkı hayretler içinde Abbas’a sorar.

-Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?

-Ben İstanbul’a gidecek komutan!

-Ne yapacaksın sen İstanbul’da.

-Sen söyledi bana. Ben gidecek sana sevgiliyi getirecek!

Abbas’ın dediklerini duyunca Cahit Sıtkı hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine kapıyı çarparak çıkar.

Abbas’ın onu bu denli düşünmesine çok sevinir.

Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanmıştır şairimiz.

Akşam olur Cahit Sıtkı rakı sofrasını ağaç altına kurmasını ve karşısına geçmesini ister.

Birlikte yer ve içerler, Cahit Sıtkı, ‘Haydi Abbas Vakit Tamam!’ şiirini burada Abbas’ın karşısında, yüzüne karşı okur;

“Haydi Abbas, vakit tamam!

 

*- AKŞAM OLUNCA

 

‘Akşam’ diyordun işte oldu akşam.

Kur bakalım çilingir soframızı;

Dinsin artık bu kalb ağrısı.

Şu ağacın gölgesinde olsun

Tam kenarında havuzun.

Aya haber sal çıksın bu gece

Görünsün şöyle gönlümce.

Bas kırbacı sihirli seccadeye,

Göster hükmettiğini mesafeye

Ve zamana.

Katıp tozu dumana,

Var git,

Böyle ferman etti Cahit,

Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan

Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan”

*-

 

Anasayfa Reklam Alanı 1 728x90

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Anket

Sidebar Alt Kısım İkili Reklam Alanından İlki 150x150
Sidebar Alt Kısım İkili Reklam Alanından İlki 150x150

E-Bülten Aboneliği